Tiyatro Tarihi Hakkında Bilgi

Antik Yunan Tiyatrosunun Kökenleri ve Gelişimi

Tiyatro, M.Ö. 6. yüzyılda Yunanistan’da, dini ritüellerden ayrılarak bağımsız bir sanat formuna dönüştü. Bu dönemde tiyatro, Dionysos adına düzenlenen Bacchanolia festivallerindeki dithyrambik korolar ile başlamıştır. Bu korolar, tanrıyı övmek amacıyla dramatik diyaloglar kullanıyordu. Thespis, sahneye çıkarak farklı karakterleri farklı maskelerle canlandıran ilk oyuncu oldu ve bu yenilik, tiyatroda daha kompleks konuların işlenmesine olanak sağladı. M.Ö. 534’te Atina’da düzenlenen ilk tiyatro festivalinde Thespis’in bir tragedyası ödül kazandı ve bu, tragedyanın resmi bir sanat formu olarak kabulünü pekiştirdi.

Tragedyanın Evrimi ve Önemli Yazarları

M.Ö. 5. yüzyılın başlarında Aiskhylos, koro sayısını azaltarak ve sahneye ikinci bir oyuncu ekleyerek Batı tiyatrosunun temellerini atmıştır. Artık birden fazla karakter arasındaki etkileşimler sahnede canlandırılabiliyordu. Aiskhylos, tragedya türünü daha yüceltilmiş bir üslupla sunarak, dinsel ve ahlaki mesajlar veren bir sanat formuna dönüştürdü. Sophokles ve Euripides gibi yazarlar tragedya türünü daha da ileriye taşıyarak gerçekçilik unsurlarını güçlendirdi.

Komedyanın Yükselişi

M.Ö. 486’dan itibaren Atina’daki Lenia kış festivalinde komedya yarışmaları düzenlenmeye başladı. Komedya, özellikle köylüler ve alt sınıf tarafından benimsenen, günlük dilin kullanıldığı ve toplumsal eleştirilerin öne çıktığı bir türdü. Aristophanes, eski komedyanın en ünlü temsilcisi olarak, siyasi ve toplumsal eleştirileri ile dikkat çekti. M.Ö. 4. yüzyılda tragedyanın popülerliği azalırken, komedya en popüler tür haline geldi. Büyük İskender döneminde ortaya çıkan Yeni Komedya, daha gerçekçi ve yumuşak bir anlatıma sahip oldu.

Eski Yunan Tiyatrosunun Kamusallığı ve Teknik Başarıları

Eski Yunan tiyatrosu, 10 bin ile 20 bin arası seyirci kapasitesiyle dikkat çekici bir kamu erişimine sahipti. Teknik açıdan Sofokles, dekor kullanımıyla ön plana çıkan bir yenilikçi olarak tanınır. Aiskhylos, Sofokles ve Euripides, Aristo’nun Poetika eserinde belirlediği kurallara uygun oyunlar yazmışlardır. Aristofanes ise komedilerinde dönemin politik ve felsefi figürlerini sivri dilli bir mizahla eleştirmiştir.

Roma Tiyatrosunun Temelleri ve Yunan Etkisi

Roma’nın tiyatro tarihinde, Yunan tiyatrosundan büyük ölçüde etkilenmiş olduğu görülür. Ancak Roma, bu etkilenmeye rağmen kendine has bir tiyatro geleneği de geliştirmiştir. Bunlar arasında, hasat şenlikleri ve düğünlerde performans sergileyen hokkabaz, oyuncu ve şarkıcılardan oluşan carmina Fescennina gibi yerel oyunlar bulunmaktadır. Ayrıca, Güney İtalya kökenli ve M.Ö. 3. yüzyılda Roma’da popüler olan fabula Atellana, fars ve parodi unsurlarını içerir ve İtalyan tiyatrosuna Maccus ve Bucca gibi karakterler kazandırmıştır.

Antik Roma’da Tiyatro Yazarları ve Eserleri

Yunanlı Livius Andronicus, Yunan oyunlarını Latinceye çevirerek Roma’da tiyatroyu tanıtan ilk kişidir. Romalı yazar Naevius ise fabula palliata adı verilen türün kurucusudur ve bu tür, Yunan eserlerinin Roma kültürüne uyarlanmasını içerir. M.Ö. 2. yüzyılda, Plautus ve Terentius gibi yazarlar, Yunan Yeni Komedyasını Roma sosyal yapısına uyarlayarak büyük başarı kazanmıştır. Ancak, Terentius’un düşünsel içerikli oyunları, Roma nüfusunun sadece sınırlı bir kesimi tarafından takdir edilmiştir.

Roma Tiyatrosunun Sosyal ve Kültürel İşlevi

Roma’da tiyatro, genellikle daha geniş kitlelere yönelik, sıradan zevklere hitap eden bir eğlence formuydu. Gösterişli sahne öğeleriyle dikkat çeken bu yapı, Seneca’nın eleştirilerine konu olmuştur; Seneca, oyunlarını daha çok yüksek sesle okunmak üzere yazmıştır. Ayrıca, Horatius’un Ars Poetika eseri, tiyatronun eğitici rolü ve biçimsel yapısı hakkında önemli bilgiler sunar. Roma’nın iki büyük komedi yazarı Plautus ve Terentius, günlük yaşam ve aile ilişkilerine odaklanarak, seyircileri toplumsal kurallar çerçevesinde bilinçlendirme amacı gütmüştür.

Ortaçağ Tiyatrosunun Kökenleri ve Evrimi

Hristiyanlık, Ortaçağ’da tiyatroyu yeni baştan yaratarak, kendi inanç sistemine uygun bir tiyatro formu geliştirdi. Bu dönemde, kilise dışında akrobatlar, soytarılar ve hokkabazlar gibi sanatçıların tekil veya grup halinde yaptıkları gösteriler hem halk arasında hem de saraylarda büyük ilgi görüyordu. Ancak tiyatroyu disiplinli bir sanat formuna dönüştüren ve yazılı ögeyi ön plana çıkaran kilise oldu. İlk olarak, İncil’den seçilen bölümler dikkatli bir sahneleme ile sunulmuş, 10. yüzyıla gelindiğinde ise bu sunumlar tam anlamıyla diyalog ve oyunculuk içeren canlandırmalara evrilmiştir. 13. yüzyıldan itibaren bu tür gösteriler manastırların dışına taşınmış ve şehir yönetimleri tarafından mali olarak desteklenmiştir.

Gizem Oyunları ve Sahneleme Yöntemleri

Dinsel tiyatro, manastır dışında, birbirine bağlı kısa oyun serileri şeklinde gelişti ve bu oyunlar genellikle 2-3 gün süresince sahneleniyordu. Gizem oyunları, loncalar gibi özel kentsel yapılar tarafından üstlenilmiş ve her lonca kendi zanaatiyle ilişkili bir oyunun maliyetlerini karşılamıştır. İtalya’da, seyircilerin bir alanın ortasında oturduğu ve çevresindeki platformlarda oyunların sergilendiği bir düzen tercih edilirken, İngiltere’de ise tekerlekli pagent adlı sahneler üzerinde gösteriler yapılmaktaydı. Başlangıçta Latince olan diyaloglar zamanla yerel dillere çevrilmiş, bu da oyunların halk kültürü ve mizahi unsurlarla zenginleşmesini sağlamıştır.

Ortaçağ Tiyatrosunun Diğer Türleri ve Tiyatro Düşüncesi

Dinsel tiyatronun diğer iki önemli türü mucize oyunları ve ibret oyunlarıdır. İbret oyunları, ilk kez İngiltere’de sahnelenmiştir. Ortaçağ tiyatro düşüncesi, türlerin ayrımı ve ahlaki eğitim gibi konularda antik dönem kuramcılarının fikirlerini tekrarlamış, tragedya içindeki yıkımın kaçınılmazlığını vurgulamıştır. Tiyatro düşüncesinin gelişmemesinin ana nedeni, bu dönemde tiyatronun yasaklanması ve din adamlarının tiyatronun zararlarına dair bildiriler yayımlamış olmalarıdır.

Rönesans Dönemi Tiyatrosunun Yükselişi

Rönesans tiyatrosu, ilk olarak İtalya’da ortaya çıkıp gelişmesine rağmen, en belirgin eserlerini Rönesans’ın geç dönemlerinde İngiltere gibi ülkeler sunmuştur. İtalya’da 15. yüzyılda, Plautus, Terentius ve Seneca gibi eski yazarların eserleri tekrar keşfedilmeye başlanmıştır. Yüzyıl sonlarına doğru, bu eserler önce Roma’da, sonra da Ferrara’da sahnelenmeye başlanmıştır. İtalyan Rönesans tiyatrosu, mimari açıdan klasik dönem tiyatrolarını model alarak gelişmiştir. 1414 yılında, Romalı mimar Vitruvius’un “Mimarlık Üzerine” adlı eseri bulunmuş ve Avrupa dillerine çevrilmiştir. Bu kitap, İtalya’da Roma dönemi tiyatrolarının yeniden inşa edilmesine ilham vermiştir. Bu çabaların bir sonucu olarak, Venedikli mimar Andrea Palladio tarafından tasarlanan ve 1585’te Vincenzo Scamozzi tarafından tamamlanan Vicenzo’daki Olimpico Tiyatrosu, günümüze ulaşan en eski kapalı tiyatrolardan biridir. Scamozzi, sahne arkasına sokak sahnelerini canlandıran üç boyutlu perspektif panolar yerleştirmiştir. Rönesans tiyatrosunun belirgin bir özelliği, perspektife verilen önemdir.

İtalyan ve İspanyol Tiyatrosunun Gelişimi

İtalyan tiyatrosu, Rönesans’ın başında, klasik ölçülere ve Aristoteles’in zaman, mekan ve eylem birliği ölçütlerine sıkı sıkıya bağlı kalarak uzun bir süre boyunca statik eserler üretmiştir. Ancak, Plautus’un komedileri, bu dönemde Aristo ve Ruzzante gibi önemli yazarlara ilham kaynağı olmuştur. İtalyan tiyatrosuna ulusal bir dil ve yerel karakterler kazandıran bu yazarlardan sonra, İtalyan tiyatrosunun dünya sahnesine sunduğu en büyük katkı Commedia dell’arte olmuştur. Doğaçlama oyunculuğa dayanan ve farklı öğeleri bütünleştiren bu tiyatro türü, canlı bir halk tiyatrosu geleneğine dayanıyordu. Commedia dell’arte, kökenlerini ortaçağ cambazlığına ve fabula Atellana’ya kadar götürebilir. Bu türün yeniliği, sürekli bir arada çalışan ve uzun süre aynı rolü oynayan oyuncuların oluşturduğu topluluk oyununa dayanmasıydı. Profesyonel kadın oyuncuları sahneye çıkaran ilk tiyatro türü de yine Commedia dell’arte idi.

İspanyol tiyatrosu, 16. yüzyılda İtalyan tiyatrosunun aksine, sahneyi edebiyattan arındırma yerine, tiyatroyu tekrar edebileştirmiş ve en önemli edebiyat ürünlerini tiyatro alanında sunmuştur. İspanya’da Reform hareketinden etkilenmeyen dinsel tiyatrolar, auto sacramental adı altında devam etmiştir. Tek perdelik bu oyunlar, diğer ülkelerdeki dinsel tiyatrolarda görülen alaycı öğelerden arındırılmıştı ve İspanya’nın en yetenekli şairleri bu alanda eserler vermekte çekinmiyorlardı. İspanyol tiyatrosunun Altın Çağı’nda, ülkenin ilk sabit tiyatroları inşa edilmiştir. İtalyan tiyatrosundan farklı olarak, İspanyol tiyatrosu klasikçiliğin kurallarıyla sınırlanmamış, duygusal ve tutkulu oyunlara yer vermiştir. Önemli yazarlar arasında Lope de Vega ve Calderon bulunmaktadır. Lope de Vega, toplumun orta sınıf törelerini ve entrikalarını işlerken, Calderon ise İspanyol barok tarzının en belirgin temsilcisi olarak bilinir.

İngiliz Tiyatrosunun Kendine Özgü Gelişimi

İtalyan Rönesansının etkisi İngiltere’de daha geç ve daha zayıf hissedilmiştir. Bu nedenle Elizabeth dönemi (1558-1603) sadece tiyatroda değil, genel olarak edebiyatta özgün bir İngiliz geleneği kurma yılları olmuştur. Bu dönemde İngiliz tiyatrosu, Protestan kilisesinin etkisini azaltmak amacıyla Corpus Christi Yortusu’nun kutlanmasının yasaklanması gibi karşıt etkilere açıktı. Ancak aynı zamanda, saray tiyatroyu İngiliz ulusal kimliğini pekiştirmek amacıyla kullanmak istiyordu. 16. yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa’daki çatışmaların özgürleştirici etkisiyle İngiliz tiyatrosu, kara Avrupa’nın incelmiş buluşlarıyla özgün ortaçağ geleneğini harmanlayarak, toplumun her kesimine seslenebilen bir sanat türü yaratmıştır. İlk İngiliz tiyatroları 1576’da Elizabeth döneminde kuruldu ve bu tiyatrolar, daha önce oyunların sahnelendiği han avlularının geliştirilmiş haliydi. İzleyici ve oyuncu arasındaki etkileşim İtalyan tiyatrosundan daha fazlaydı ve bilet fiyatları daha uygun olacak şekilde ayarlanmıştı. Kadın rollerini oynayan erkek oyuncular dışında, kadın oyuncular bu dönemde İngiliz tiyatrosunda yer almamaktaydı. James döneminde (1603-25), tiyatro içerik olarak klasikçiliğe daha çok yaklaşırken, konu zenginliği ve ufuk genişliği kaybolmaya başlamıştır. Bu dönemde, Ben Jonson, John Ford, John Webster ve John Lyly gibi yazarlar, zaman, mekan ve eylem birliği kurallarına önem verirken, trajedi ve komediyi daha kesin çizgilerle ayırmışlardır. 17. yüzyılın ortalarına doğru İngiliz tiyatrosu, görsel öğelere daha çok yer veren bir döneme girmiştir.

Orta Sınıf Tiyatrosunun Yükselişi

18. yüzyıl Avrupa tiyatrosunun en dikkate değer yeniliği, orta sınıfın yükselişiyle paralel olarak gelişen burjuva tiyatrosuydu. Fransa’da Diderot ve Almanya’da Lessing, bu türün öncüleriydi. Orta sınıf tiyatrosu, ahlaki mesajlarıyla Rönesans öncesinin dinsel tiyatrosunu hatırlatırken, aile yaşamından alınan konuları ve duygusallığıyla daha çağdaş bir ruh halini yansıtıyordu. İngiltere’de Georg Lillo, The London Merchant or the History of George Barnwell (1731) adlı eseriyle orta sınıf bireylerini merkeze alarak bir orta sınıf trajedisi oluşturdu. İtalya’da ise Vittorio Alfieri, eski Yunan hikayelerini modern orta sınıf tutkularıyla doldurarak benzer bir yol izledi. Bu dönemde klasik trajedi ve komedi, varlıklarını daha çok opera sahnesinde sürdürdü. John Gay’in The Beggar’s Opera (1728), popülerliğini koruyan bir müzikli komedi örneğiydi.

18. Yüzyılın Komedi Başyapıtları

18. yüzyıl, özellikle komedi alanında başarılı tiyatro yapıtlarına sahne oldu. İngiltere’de Richard Steele ve Nivelle de La Chausee‘nin acıklı komedileri, bulvar tiyatroları tarafından bugün bile sürdürülen türün ilk örneklerindendi. Buna karşılık, Oliver Goldsmith ve Richard Sheridan, Elizabeth dönemi ve sonrasının töre komedilerini geliştirdiler. Commedia dell’arte geleneği, eski canlılığını yitirmişken, Fransa’da Marivaux, İtalya’da ise Goldoni ve Gozzi‘nin eserleriyle daha edebi ve düşünsel bir boyut kazandı. 18. yüzyıldan günümüze kalan popüler komediler arasında, Fransız oyun yazarı Beaumarchais‘nin Le Barber de Seville (1775; Sevil Berberi, 1944) ve Le Mariage de Figaro öne çıkar.

Yorum yapın